Kocaman kocaman yapılar ile kendimi karşılatırdığıım da hep bir sayı vardı elimde. Oran/orantı tanımlı. Limit sonsuz değildi. Elimdeki sayı büyük ve ya küçük, benim varlığımın ölçüsüydü. Bir nevi kendini, bir sayı büyüklüğü olarak görmekten oluşan bir haller içindeydim.
Kendini sınav notu, boy uzunluğu, maaş sıfırları, ideal kadın kıvrımları gibi ölçülebilir büyüklüklerde tanımladığındaki aldığın haz çok sahte. Tam olarak yalan dünya değil mi?
Sonra bir gün uçsuz bucaksız bir buğday tarlasında gökyüzü ile buluştum. Masmavi ve sapsarı... Baktım her uzantı sonsuz. Kendimi oranladığımda çıkan sonuç sonsuzdan farksızdı. Baştan korkunçtu. Alışmıştım değer biçmeye, ölçüleri kullanmaya.
Oysa ki küçücük olmak, hatta büyüklüğünün olmaması, sayısal olamamak hayatın en büyük değeriymiş. Kocaman bir buğday tarlasında, küçücük olmak, sonsuzun evrende bir nokta olduğunu bilmek , tüm büyüklüğünü alıp sana bambaşka bir güç veriyormuş.
Güç, güven, özgürlük büyüklük ile ilgisi olmayan hislermiş. Büyüklük, ölçü neymiş ki hatta:)
Kocaman bir buğday tarlasının sarısına ve ucsuz bucaksız gökyüzünün mavisine o kadar müsekkrim ki ölçülebilir değerlerden kurtardı beni. O değerleri yalan , asil değersizliğin göstergesi, yalanın önde gideni olduğunu anlattı bana.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
yorumlarınız